Avukat Dinç Can Kaptan'ın BBC gazetesi Bilişim Suçları Dijital Şiddet üzerine son röportajını okumak için lütfen tıklayın.  Cumhuriyet Gazetesi'nde de yayınlanan bu röportajı Cumhuriyet Gazetesi üzerinden okumak için ise lütfen burayı tıklayın.

Yasal Savunma (Meşru Müdafaa)

T.C.
YARGITAY
CEZA GENEL KURULU
E. 2003/1-83
K. 2003/103
T. 15.4.2003
• MEŞRU MÜDAFAA ( Bir Kimsenin Kendisine veya Başkasına Yöneltilen Ağır ve Haksız Bir Saldırıyı Uzaklaştırmak için Gösterdiği Zorunlu Tepki Olması )
• ADAM ÖLDÜRME ( Adam Öldürmenin Meşru Savunma Şartları Altında Gerçekleşmesi )
• YASAL SAVUNMA ( Yasal Savunmada Hiçbir Zaman ve Hiçbir Koşulda Sanığa Kaçma Yükümlülüğünün Yüklenememesi ve Kaçarak Kurtulmasının İstenememesi )
• ZORUNLULUK ( Savunmada Zorunluluk Bulunup Bulunmadığının Her Olayın Özelliğine Göre Saptanmasının Gerekmesi )
765/m.33,49,51/2,59,448
4721/m.471
ÖZET : Eylemler arasında zaman aralığı bulunmamakta ise de, ölenin saldırısının sona erdiği hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde saptandığından, bundan sonra sanık tarafından yapılan eylem, saldırı veya saldırı olasılığı bulunmadığından, yasal savunma kapsamında değerlendirilemez.

DAVA : Kasten adam öldürmek suçundan sanık Ahmet’in TCY.nın 448, 51/2 ve 59. maddeleri uyarınca 6 yıl 8 ay ağır hapis cezası ile cezalandırılmasına, 31. madde uyarınca sürekli olarak kamu hizmetlerinden yasaklanmasına, 33. madde gereğince ceza süresince yasal kısıtlılık altında bulundurulmasına, hakkında TCY.nın 40. maddesinin uygulanmasına ilişkin Bakırköy 6. Ağır Ceza Mahkemesince oyçokluğuyla verilen 27.5.2002 gün ve 316/111 sayılı karar, sanık ve vekilinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 21.1.2003 gün ve 4227-9 sayı ile;

“Mağdurun bıçakla sanığı yaralarken, sanığın mağdurdan bıçağı eline geçirip saldırı sona erdikten sonra ağır tahrik altında öldürme kastı ile mağduru yaraladığı ve mağdurun bıçağı ele geçirme imkan ve ihtimalinden bahsedilmediği anlaşılmakla, tebliğnamedeki bozma düşüncesine iştirak edilmeyip “… TCK.nun 33. maddesinin uygulanmasında “ceza müddeti” sözcüğünün karardan çıkarılmasına, TMK.nun 471. maddesi gözetilerek “Hapislik hali sona erene kadar” TCK.nun 33. maddesinin tatbikine karar verilmek suretiyle” hükmün onanmasına oyçokluğuyla karar verilmiştir.

Yargıtay C.Başsavcılığı ise 17.3.2003 gün ve 119796 sayı ile;

“Sanığın maktülün yatağını koridora bırakmasından sonra maktülün kendisine bıçakla vurduğu, kendisinin boğuşarak maktülden almış olduğu bıçakla maktüle bir kez vurarak yaraladığı şeklindeki beyanı olayın oluşumuna uygun düşmekte olup, esasen sanığın maktûl tarafından yaralandıktan sonra, maktülden ele geçirdiği bıçakla maktüle bir kez vurup yaraladığı hususunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Uyuşmazlık; maktülün saldırısının sona erip ermediği ya da ermiş sayılıp sayılamayacağı, sanığın saldırı hali devam ederken mi, yoksa saldırı sona erdikten sonra mı maktüle bıçakla vurarak yaralayıp ölümüne neden olduğu noktasındadır.

Saldırının sona erip ermediği veya ermiş sayılıp sayılamayacağı hususuna gelince; yukarıda da açıklandığı üzere sanık, maktülün kendisine bıçakla vurup yaralamasından sonra can havli ile boğuşarak maktülden aldığı bıçakla maktüle bir kez vurduğunu savunmaktadır. Bu ifadeden sanığın bıçağı maktülün elinden aldığı gibi vurarak yaraladığı anlaşılmaktadır ki, bu kabul hayatın olağan akışına da uygun düşmektedir. Sanığın yaralandıktan sonra boğuşarak maktülden bıçağı alması, sonra geri çekilip durması, saldırısını sona erdiren maktülün de herhangi bir saldırı hareketinde bulunmadan beklemesi, bir müddet geçtikten sonra sanığın ele geçirdiği bıçakla halen olay yerinde bulunan maktüle vurarak yaralaması hayatın olağan akışına uygun düşmediği gibi, sanık ve maktûl ile aynı evde oturmakta olan diğer tanıkların hazırlıktaki beyanlarına göre, gürültü üzerine uyanıp maktûl ile sanığın bulundukları odaya geldiklerinde olayın bitmiş olduğu, maktülün yaralı vaziyette yerde yattığı, sanığın da elinde bıçak olduğu halde beklediği gözönüne alındığında, maktülün eylemi ile sanığın eylemi arasında bu kadar bir zaman fasılası olmadığı sonucu çıkmaktadır.

Ayrıca karşılıklı saldırı ve savunma halinde bulunulan kavgada tarafların hareketlerini ayrı zaman dilimlerinde başlayıp biten kareler şeklinde bölmek ve ayrı ayrı değerlendirmek mümkün değildir. Burada kavganın dinamik ortamı içerisinde araya fasıla girmeden birbirini takip eden hareketler söz konusudur ve bu nedenle de saldırının son bulduğundan söz etmek mümkün değildir.

Dosya içerisindeki Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Bakırköy Şube Müdürlüğünün 2.1.2002 tarihli raporuna göre, organ harabiyeti oluşacak ve hayati tehlike geçirecek şekilde yaralanan sanığın artık güçsüz olduğu ve gittikçe de güç kaybedeceği, kendisini ölümcül bir şekilde yaralayan şahsın bıçağı tekrar ele geçirdiğinde eylemine devam etme imkan ve ihtimali, bu durumda ise güç kaybeden sanığın bunu önleyecek durumda bulunamayacağı gerçeği nazara alındığında, saldırı ve saldırıdan doğan tehlike halinin sona ermediğinin, bu nedenle de sanığın yasal savunma koşulları içerisinde hareket ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.” gerekçesiyle itiraz yasayoluna başvurarak Özel Daire onama kararının kaldırılıp, Yerel Mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi istenilmiştir.

Dosya Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

KARAR : Özel Daire ile Yargıtay C.Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, olayda yasal savunma koşullarının bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.

Sanık Ahmet kollukta 7.10.2001 günü alınan beyanında; inşaat şirketinde şantiye şefiyim, maktülde yanımda çalışmaktadır. Olayın olduğu evde Hasan, Halil, Ahmet ve Mehmet ile birlikte kalmaktayız. Olay günü geç saatte eve gelip alkol almaya başladım, maktül benimle aynı odada kalıyordu, bazı ithamlarda bulundu, susmasını söyledim, teybi açtım, yorganı aldı, ben de yatağını alarak koridora bıraktım, bana odada bıçak çekti ve vurdu, elindeki bıçağı alarak ona vurdum, sonra ağabeyi ve kardeşleri geldi, dışarı çıkıp ambulans aradım, bıçak evdeydi, biçiminde savunma yapmıştır.

Duruşmada 26.12.2001 günlü savunmasında; olay günü benimle aynı odada kalan maktül ve kardeşi Halil’e bir odaya sığılmadığını, yan odaya taşınmalarını söyledim, geldiğimde odayı taşımadıklarını görünce konuşmak istedim, onlar da işyerindeki bir problem nedeniyle benden yardım istiyorlardı, ertesi gün konuşabileceğimizi söyleyip dışarı çıkardım, ölen beni dışarıya çağırdı, şüphelendim, bunun üzerine ağabeyini de çağır gel dedim, ısrarla mutfağa gitmemizi söylüyordu, kapıyı açtığım anda bıçağı savurdu, sağ kasığımın üstünde kan fışkırınca korktum, sarıldım, bir süre boğuştuk, elinden can havli ile bıçağı aldım, korkutmak için öylesine savurdum, isabet etti, kendimi kaybetmek üzere iken kardeşi de bana saldırdı, yaralı olduğumu görünce beni bıraktı, Ahmet başka bir odada kalıyordu, o hiç uyanmadı, aynı evde kalan Mehmet de hiç uyanmadı, fırsatını bulup cepten acil imdatı aradım ve evden kaçtım, takip edip öldürecekleri korkusu ile çalılıklara saklandım, sürünerek ambulansın yanına ulaştım beni aldı, evdeki yaralıyı almalarını söyledim, bu arada kendimi kaybetmişim, şeklinde beyanda bulunmuştur.

Ölenin kardeşi olan tanık Ahmet kollukta alınan beyanında; Çığlık sesi üzerine odamdan çıktığımda ağabeyim Hasan’ın yerde olduğunu, evdeki diğer şahıslar ve sanığın ise başında olduğunu gördüm, ancak sanığın yaralı olduğunu görmedim şeklinde olayı anlatmış,

Duruşmada; olay öncesinde ağabeyim ile sanık arasında bir anlaşmazlık veya husumet yoktu, ancak sanık olay gecesi, geç saatlerde birlikte kaldığımız eve içkili bir vaziyette geldi, getirdiği kavunu kesip içmeye devam etti, bir süre sonra ağabeyim Hasan tuvalete gidince, sanık kardeşimin yatağını alıp koridora attı, ağabeyim Hasan neden attığını sorunca aralarında tartışma çıktı, sanık kavun kestiği bıçakla ağabeyimin karnına vurdu, hastaneye götürdüysek de kurtaramadık biçiminde anlatımda bulunmuştur.

Tanık Halil kollukta, odamda istirahat etmekte iken saat 03.00 sıralarında sanık Ahmet sarhoş bir şekilde geldi, elinde kavun ve bira vardı, kaset dinlemeye başladı, yatmasını söyledim, daha sonra kardeşim Hasan tuvalete gitmiş, sanık kardeşimin yatağını başka bir odaya atınca, kardeşim yatağını neden attığını sordu, bunun üzerine sanık bana karşı mı geliyorsun diyerek bıçakla vurmaya başladı, daha sonra da olay yerinden kaçtı, o da yaralıydı.

Duruşmada; olayın başlangıcını benzer şekilde anlattıktan sonra sanık, kardeşimin yatağını dışarıya atınca kardeşimin, neden yatağımı dışarıya attın dediğini duydum, sanık aldığı alkolün de etkisiyle, “lan bana kafa mı tutuyorsun” diyerek, kavun kestiği bıçakla kardeşime vurdu, uyku sersemliğiyle kalkıncaya kadar çok kısa bir süre içinde bu olaylar gelişti, hemen sanığın arkasından tutup yere yatırdım, kardeşim Hasan, “abi bana vurdu” diye söyleyince onunla ilgilendim, sanık bu arada kaçtı, diğer odadan gelen kardeşlerimle kendisine vurmadık, daha az ceza almak için kendisini yaralamış olabilir. Bıçaklama öncesi tartışma olmadı, devamlı içtiği için kendisi ile muhatap olmamak için uyumaya çalışıyorduk, şeklinde beyanda bulunmuştur.

Tanık Mehmet kollukta; sanık ve ölen ile aynı evde kalmaktayız, odamda istirahat ederken, bir ses duyup odamdan çıktım, ölenin yaralı olduğunu gördüm, sanığın elinde bıçak vardı ve ayaktaydı, daha sonra evden ayrılıp yardım çağırdım, daha sonra da öleni hastaneye kaldırdık.

Duruşmada; gece yatarken diğer odada bulunan ölen ile sanık arasında bir tartışma olduğunu duyduk, kalkıp odaya gittiğimizde tartışma devam ediyordu, sanık oraya buraya saldırıyor, ölen de yerde yaralanmış bir vaziyette yatıyordu, olayı ayırdık, ancak Hasan öldü, kavganın neden çıktığını bilmiyorum demiştir.

Sanık Ahmet’e ait 7.10.2001 tarihli geçici raporda, bilinç açık, hastanın nefesinin alkol koktuğu, sol arkus kostarumun hemen altında 2 cm.lik delici kesici alet yarası bulunduğu ve hastanın hemen ameliyata alındığı, epikrizde ise; eksplarasyonda solda diafragmada yaralanma, solda hemopnömmotoraks saptandı, diafragma rüptürü onarıldı, sol hemotaraksa toraks tüpü yerleştirildi, dalak loguna dren konuldu, 3. gün toraks dreni çekildi, 4. gün taburcu edildi, bilgilerine yer verilmiş, Adli Tıp kurumu Bakırköy şube müdürlüğünce düzenlenen 2.1.2001 tarihli raporda ise, batına nafiz göğüs solda diafragma yaralanması ve hemopnömotoraksa neden olan KDAY arızasının, şahsın hayatını tehlikeye maruz kıldığı, 45 gün mutat iştigaline engel teşkil edeceği bildirilmiştir.

Ölü muayene tutanağında; cesedin 1.80 cm boyunda, 70 kg ağırlığında, karın epigastrium’un 3-4 cm altında orta hattan 1-2 cm solda, 2-3 cm boyunda kesici delici alet yarası, aynı bölgenin orta hattan 2-3 cm sağda 2-3 cm.lik kesici delici alet yarası, sağ inguınal bölgede 2-3 cm’lik kesici delici alet yarası bulunduğu, harici muayene ile ölüm nedeni saptanamadığından, cesedin adli tıp morguna sevkine karar verildiği,

21.12.2001 tarihli otopsi raporunda ise; göbek çukurunun 2 cm sol üst kısmında 2 cm uzunluğunda bir açısı dar, bir açısı geniş kesici delici alet yarası bulunduğu, hastanın ameliyata alındığı, mide duedonum ve v.mazenterica superiorda kesi tespit edildiği, tamir edildiği, ameliyat bitmeden ex olduğu, kişinin vucüdundaki 1 adet kesici deli alet yaralanmasının müstakilen öldürücü nitelikte bulunduğu, ölüm nedeninin kesici delici alet yaralanmasına bağlı iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç kanama olduğu bildirilmiştir.

Gerek öğretideki tanımlamalara ve gerekse Ceza Genel Kurulunun süreklilik gösteren kabullerine göre TCY.nın 49. maddesinde düzenlenen yasal savunma; Bir kimsenin kendisine veya başkasına yöneltilen ağır ve haksız bir saldırıyı uzaklaştırmak için gösterdiği zorunlu tepkidir.

Yasal savunma halinde işlenen fiil, hukuka uygundur, çünkü, hukuk düzeni hakkın ve haklının saldırıya uğramasına izin vermez. Yasal savunmada hiçbir zaman ve hiçbir koşulda sanığa kaçma yükümlülüğü yüklenemez ve kaçarak kurtulması istenemez. Failin kaçma olanağı da dikkate alınamaz.

Yasal savunmadan söz edilebilmesi için; somut bir saldırının bulunması, saldırı ile savunmanın hemzaman olması, savunmanın saldırının devamı sırasında yapılması, savunma ile saldırı arasında uygun oran bulunması gerekir. Saldırı başlamadan önce savunmaya geçilmesi haklı sayılamayacağı gibi, saldırı bittikten sonra savunmada bulunulması da meşru sayılamaz.

Ancak, “saldırının halen varlığını” geniş manada anlamak ve başlayacağı muhakkak olan ve başladığı taktirde savunmayı olanaksız kılacak veya güç hale getirecek bir saldırıyı başlamış, keza bitmiş olmasına rağmen “tekrarından korkulan” bir saldırıyı da henüz sona ermemiş saymak zorunludur.

Savunmada zorunluluk bulunup bulunmadığı her olayın özelliğine göre saptanmalıdır. Saldırıya uğrayanın bizzat fail olması gerekmez. Üçüncü bir kişinin tecavüze maruz kalması halinde de yasal savunma koşulları gerçekleşebilir.

Yukarıda açıklanan kanıtlardan da anlaşılacağı üzere somut olayda, aynı evde kalan sanık ve ölen arasında, ölenin başka bir odaya taşınması konusunda tartışma çıktığı, ölenin tuvalete gitmesi üzerine sanığın, ölene ait yatağı alarak koridora bıraktığı, tuvaletten dönen ölenin, yatağının neden koridora atıldığını sorması üzerine taraflar arasındaki tartışmanın büyüdüğü, ölenin, sanığı bıçakla, hayati tehlike doğuracak ve 45 gün iş ve güçten kalacak şekilde yaraladığı, ölenin elindeki bıçağı alan sanığın, göbek çukurunun hemen altında, mide duedonum ve v.mazenterica superiorda kesi oluşturacak şekilde yaraladığı, ameliyata alınan ölenin, ameliyat bitmeden ex olduğu, ölümün kesici ve delici alet yaralanmasına bağlı iç organ ve büyük damar yaralanmasından gelişen iç kanama sonucu olduğu, ölenin sanığa ilk bıçak darbesini vurduktan sonra saldırısı sürdürmediği, sanık tarafından ölenin elinden bıçağın alınmasından sonra da, ölen tarafından saldırıldığı veya ilk saldırının tekrarlanacağı konusunda dosyada herhangi bir kanıt ve emarenin bulunmadığı, sanığın öleni bıçaklama eylemini, sona ermiş saldırıya tepki olarak gerçekleştirdiği, eylemler arasında zaman aralığı bulunmamakta ise de, ölenin saldırısının sona erdiğinin hiçbir duraksamaya yer vermeyecek şekilde saptandığı, bundan sonra sanık tarafından yapılan eylemin, saldırı veya saldırı olasılığı bulunmadığından, yasal savunma kapsamında değerlendirilemeyeceği anlaşılmaktadır.

Bu itibarla Yerel Mahkeme uygulaması ve Özel Daire onaması isabetli olup, Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul üyeleri, saldırının tekrarlanma olasılığı bulunduğu gerekçesi ile itirazın kabulü yönünde oy kullanmışlardır.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle; Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının REDDİNE, dosyanın yerine gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığını gönderilmesine, 15.4.2003 günü yapılan müzakerede yasal oyçokluğuyla karar verildi.