Esas :2011/4-58
Karar:2011/176
Tarih:15.04.2011
Taraflar arasındaki “maddi ve manevi tazminat” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara Yedinci Asliye Hukuk Mahkemesi)’nce davanın reddine dair verilen 23.10.2008 gün ve 2004/292 E., 2008/345 K. sayılı kararın incelenmesinin davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, önce Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 18.02.2010 gün ve 2009/3923 E., 2010/1571 K. sayılı kararıyla onanmış; sonrasında davacı vekilinin karar düzeltme talebinin kabulü ile yine Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin 31.05.2010 gün ve 2010/5198 E., 2010/6490 K. sayılı ilamı ile;
“…Dava, trafik kazası nedeniyle yaralanmadan dolayı uğranılan maddi ve manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkindir. Yerel mahkemece istemin reddine karar verilmiştir. Davacının temyizi üzerine karar Dairemizce onanmıştır. Davacı kararın düzeltilmesini istemiştir.
Davacının yolcu olarak bulunduğu ve dava dışı Aksel’in sürücüsü olduğu aracın arka aks milinin kırılması nedeniyle devrilmesi sonucu yaralandığı ileri sürülerek, eldeki dava açılmıştır.
Yerel mahkemece, aks üzerindeki bilirkişi incelemesinin davalının yokluğunda yapıldığı, yargılama sırasında kaybolan aksın bulunamadığı, davalının üzerinde tespit yapılan aksın kendisine ait olduğunu kabul etmediği, davanın kabulü durumunda davalının ihbar olunana rücu olanağının kalmayacağı gerekçesiyle istem reddedilmiştir.
Dosyada bulunan Ankara Sulh Beşinci Hukuk Hakimliği’nin 2002/137 Değişik İş sayılı dosyasından alınan 14.11.2002 günlü raporda, aksın hatalı üretildiği ve çeliğin fazla oranda metal dışı kalıntı içerdiği saptanmış; bu rapora dayanılarak düzenlenen 15.11.2002 günlü raporda, kazanın malzeme hatasından doğduğu belirtilmiş; dava dışı sürücü hakkında açılan ceza davasında alınan 20.03.2003 günlü bilirkişi raporunda, aks milinin uygun çelikten yapılmaması nedeniyle kırıldığı ve aracın kontrolden çıktığı açıklanmış; eldeki davanın yargılaması sırasında İTÜ öğretim görevlilerince düzenlenen 07.02.2006 günlü raporda kaza nedeninin hatalı üretilen sol arka aks mili olduğu yönünde görüş belirtilmiş ve yerel mahkemece benimsenen ODTÜ öğretim üyelerince düzenlenen 17.01.2005 günlü raporda da aks milinin normal kullanım sırasında değil, aldığı bir darbe nedeniyle kırıldığı belirtilmiştir.
Yerel mahkemece benimsenen bilirkişi raporu dışındaki tüm raporlarda bilirkişiler, davacının yaralanmasına yol açan kazaya, metal dışı kalıntılar içeren aks milinin kırılmasının yol açtığını bildirmişlerdir. Bu durumda, davalının üretici olarak, davacının uğradığı zarardan sorumlu tutulması gerektiği gözetilmeyerek, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, istemin tümden reddedilmiş olması, usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekirken onanmış bulunduğundan, davacının karar düzeltme istemi kabul edilmeli,
Dairemizin onama kararı kaldırılmalı ve karar yukarıda açıklanan nedenle bozulmalıdır.
SONUÇ: Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasası’nın 440-442. maddeleri gereğince davacının karar düzeltme isteminin kabulüne; Dairemizin 18.02.2010 gün ve 2009/3923-2010/1517 sayılı onama kararının kaldırılmasına; kararın yukarıda gösterilen nedenlerle (BOZULMASINA)…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, trafik kazası nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tazmini istemine ilişkindir.
Davacı vekili, yolcu olarak bulunduğu aracın aks milinin kırılması nedeniyle meydana gelen trafik kazası sonucunda malül kalan davacının uğramış olduğu maddi ve manevi zararların, aks milinin kusurlu üretimi nedeniyle üretici firma olarak davalı şirketten tahsilini talep ve dava etmiştir.
Yerel mahkemece “davanın dayanağını teşkil eden aks milinin temin edilememesi ve üzerinde inceleme yapılamaması nedeniyle davanın kanıtlanamadığı” gerekçesiyle davanın reddine dair verilen karar, Özel Dairece yukarıda belirtilen nedenlerle oyçokluğuyla bozulmuş; yerel mahkemece, önceki gerekçe tekrarlanmak suretiyle ilk kararda direnilmesine karar verilmiştir.
Direnme kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmektedir.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, üretici firmanın sorumluğu yönünden dosyada mevcut bilirkişi raporlarının hüküm kurmaya yeterli olup olmadığı, aks mili üzerinde inceleme yapılması gerekip gerekmediği noktalarında toplanmaktadır.
Dosya içerisinde mevcut bilirkişi raporlarından ilki, dava dışı araç sürücüsü tarafından yaptırılan delil tespitine ilişkin dosyada alınan bilirkişi raporu olup, 15.11.2002 tarihli raporun incelenmesinde, 14.11.2002 günlü ODTÜ Araştırma Raporu esas alınarak düzenlendiği, anılan rapor uyarınca kırık aks mili üzerinde yapılan incelemede “aks çeliği seçiminin hatalı olduğu, metal dışı kalıntı içerdiği, kaza malzeme hatasından kaynaklandığından sürücü hatası bulunmadığı” tespitini içerdiği anlaşılmaktadır.
Yargılama sırasında mahkemece alınan 17.01.2005 tarihli bilirkişi raporunda “malzeme özelliğinin kötü olmasının aks milinin kırıldığının kanıtı olamayacağı, aksın normal kullanım esnasında kırılmadığı, bir darbe sonucu kırıldığı” görüşü bildirilmiştir.
Dosya içerisinde mevcut raporlar arasındaki çelişkinin giderilmesi amacıyla alınan 07.02.2006 günlü bilirkişi raporunda ise “gevrek mil ile kaza arasında illiyet bağı olduğu, hatalı üretilmiş mili aracında kullanan firmanın kusurlu bulunduğu” gerekçesiyle davalının sorumlu olduğu yönünde görüş bildirilmiştir.
Öte yandan dava dışı sürücü hakkında açılan kamu davasında alınan Adli Tıp Kurumunca düzenlenen 25.07.2003 tarihli raporda “sanık idaresindeki aracın aksının kırılması sonucu kazanın meydana geldiği, sanığın tedbir alma imkanı bulunmadığından atfı kabil bir kusuru bulunmadığı” tespitinin yapıldığı ve ceza mahkemesince, anılan rapor esas alınmak suretiyle sanığın beraatine dair verilen kararın kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle ceza mahkemesi kararlarının hukuk mahkemesi için bağlayıcı olup olmadığı hususunun açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Bilindiği üzere 818 sayılı Borçlar Kanununun konuya ilişkin 53. maddesinde;
“Hakim kusur olup olmadığına, yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için, ceza hukukunun mesuliyete dair hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinden verilen beraat kararıyla de mukayyet değildir.
Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarının tayini hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez.”
hükmü yer almaktadır.
Maddenin açık hükmü uyarınca ve ayrıca hukuk ile ceza davalarının konuları, tarafları ve amaçları farklı olduğundan ceza mahkemesi kararları kural olarak hukuk mahkemesi için kesin hüküm oluşturmaz; hukuk hakimi kural olarak ceza mahkemesinin beraat kararı ile bağlı değildir.
Bu kuralın Yargıtay uygulamasında kabul edilen tek istisnası, beraat kararında saptanan maddi olgulardır; buna göre, beraat kararında ceza mahkemesinin saptadığı maddi olgu hukuk hakimini bağlar.
Ancak, bu istisnanın uygulama yerinin olabilmesi için, beraat kararı, ceza davasının ilişkin bulunduğu suçlama yönünden maddi olguyu tespit etmiş olmalıdır, diğer bir ifade ile hukuk hakimi ancak aynı olay nedeniyle ceza yargılamasında hükme dayanak yapılan maddi olgular ile bağlıdır.
Bilindiği üzere, hukuk usulü bir şekil hukukudur. Davanın açılması, itirazların ileri sürülmesi, tanıkların ve diğer delillerin bildirilmesi belirli süre koşullarına bağlı kılındığı gibi, ikinci tanık listesi verilememesi, iddia ve savunmanın genişletilmesi yasağı gibi, yargılamanın süratle sonuçlandırılması gayesi ile belirli kısıtlamalar getirilmiştir. Bunun sonucunda, hukuk hakimi şekli gerçeği arayacak, maddi gerçek öncelikli hedef olmayacaktır. Ancak ceza hakimi bunun tersine öncelikli hedef olarak maddi gerçeğe ulaşmaya çalışacaktır. O halde ceza mahkemesinin maddi nedensellik bağını tespit eden kesinleşmiş hükmünün hukuk hakimini bağlamasına, Borçlar Yasasının 53. maddesi bir engel oluşturmaz (HGK.nun 16.09.1981 gün 1979/1-131 E. ve 1981/587 K. sayılı ilamı, Mustafa Çemberci, Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, 1965, s. 22 vd.).
Hukuk Genel Kurulu’nun 17.06.1998 gün 1998/19-523 E., 1998/508 K. sayılı; 06.02.2002 gün 2002/19-16 E. 2002/47 K. sayılı ve 01.05.2002 gün 2002/10-345 E. 2002/342 K. sayılı kararlarında da; “hukuk davasına konu olay sebebiyle açılan ceza davasında, ceza mahkemesince saptanan maddi olguların hukuk hakimini bağlayacağı” hususuna işaret olunmuştur.
Açıklamalardan da anlaşıldığı üzere Yargıtay’ın yerleşik uygulamasına ve öğretideki genel kabule göre, maddi olgunun tespitine ilişkin ceza mahkemesi kararı hukuk hakimini bağlar. Bu nedenle ceza mahkemesinde bir maddi olayın varlığı ya da yokluğu konusundaki kesinleşmiş kabule rağmen, aynı konunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışılması olanaklı değildir.
Somut olayın açıklanan özellikleri ve vurgulanan ilkeler uyarınca ceza davasında verilen beraat kararı yönünden hukuk hakimini bağlayacak maddi vakıa, davacının yaralanması ile sonuçlanan trafik kazasına “aks milinin kırılması” olgusunun neden olduğudur.
Yukarıda yapılan açıklamaların ışığında aks milinin kırılması maddi olgusunun Yerel Mahkeme için de bağlayıcı olması karşısında trafik kazasının hatalı aks milinin kırılması ile meydana geldiğinin kabulü zorunlu olup, ceza davasında belirlenerek bağlayıcı hale gelen bu maddi olgunun hukuk mahkemesinde yeniden tartışmaya açılması mümkün bulunmamaktadır.
Kaldı ki, 15.11.2002 tarihli rapor ile bu raporda dayanak alınan 14.11.2002 günlü araştırma raporunun aks mili üzerinde yapılan ve belgelendirilen inceleme ile düzenlendiği de açıktır.
Bu itibarla mahkemece, davacının malül kalması ile sonuçlanan trafik kazasının hatalı çeliğin kullanıldığı aks milinin kırılması sonucunda meydana geldiğinin ve davalının araç üreticisi olarak davacının uğradığı zarardan sorumlu olduğunun kabulü ile zarar miktarının tespiti yönünden yapılacak inceleme ile sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, dosya kapsamı ve açıklanan ilkelere uygun düşmeyen gerekçelerle davanın reddine karar verilmiş olması isabetsizdir.
Açıklanan nedenlerle, Hukuk Genel Kurulu’nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının Özel Daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 15.04.2011 gününde oyçokluğu ile karar verildi.