Esas :2010/19-638
Karar:2010/694
Tarih:22.12.2010
-YARGITAY İLAMI-
Taraflar arasındaki itirazın iptali davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İzmir 6. Sulh Hukuk Mahkemesince davanın “husumet yokluğundan reddine” dair verilen 27.02.2008 gün ve 2007/1177-206 sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 19. Hukuk Dairesinin 27.05.2009 gün ve 2009/2594-4972 sayılı ilamı ile:
(… Davacı vekili, abonelik ilişkisi kapsamında davalının devraldığı dava dışı Tansaş AŞ’ne ait su fatura borçlarını ödemediğini, abone sözleşmesi feshedilmediğinden adına abonelik kaydı bulunan Tansaş AŞ’nin bu borçlarından davalının sorumlu olduğunu, fatura bedellerinin tahsiline yönelik olarak aleyhine girişilen takibe davalının itirazı sonucu takibin durduğunu belirterek, itirazın iptali, takibin devamı ve %40 oranında icra inkar tazminatının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, Tansaş AŞ’nin 30.06.2006’da müvekkili şirketle birleşerek tüzel kişiliğini kaybettiğini, bu hususun Ticaret Sicil Gazetesinde de ilan olunduğu halde Tansaş aleyhine takip yapılmasının doğru olmadığını bildirerek, husumet yönünden davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece takip tarihi itibariyle Tansaş AŞ’nin tüzel kişiliği sona erdiği halde aleyhine icra takibi yapılmasının yasal olmadığı ve davalı Migros Türk AŞ aleyhine de takibin devamına hükmedilemeyeceği gerekçesiyle husumet yönünden davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Davacı kurum dava dışı Tansaş AŞ hakkında takipte bulunmuş ise de, Tansaş adına çıkarılan ödeme emrinin tebliğinin davalı Migros Türk AŞ tarafından alındığı ve davalı yanca itiraz edilmesi üzerine uyuşmazlığa konu itirazın iptali davasının açıldığı anlaşılmaktadır.
Mahkemece her ne kadar Türk Ticaret Kanununun 451 ve 452. maddeleri gözetilerek taraf ehliyeti yönünden dava reddedilmiş ise de, davalı Migros Türk AŞ’nin ödeme emrini tebellüğ ederek itirazda bulunmuş olması nedeniyle usul ekonomisi ve yararlar dengesi gözetildiğinde davaya devam edilip işin esası hakkında bir karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi doğru görülmemiştir…)
gerekçesiyle davacı yararına bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN: Davacı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı İZSU Genel Müdürlüğü vekili: abone sözleşmesine göre Tansaş İzmir Büyükşehir Belediyesi İç ve Dış Ticaret AŞ’ ile aralarında abonelik ilişkisi bulunduğunu, Tansaş AŞ’nin 2007 yılı 1. ve 2. aylar su tüketim bedellerini ödemediğini, bu şirketin tüzel kişiliğinin davalı Migros AŞ’ne iltihak edilmek suretiyle son bulduğunu, abone sözleşmesi feshedilmediğine göre davalının Türk Ticaret Kanunu 151. maddesi uyarınca sorumlu olduğunu, iddia ederek, davalı Migros AŞ’nin borca, faize ve yetkiye yaptığı itirazın iptali ile takibin devamına karar verilmesini ve icra inkar tazminatına hükmedilmesini istemiştir.
Davalı Migros Türk AŞ vekili ise; Tansaş Perakende Mağazacılık Ticaret AŞ’nin hisselerinin 19/08/2006 tarihinde davalı Migros Türk AŞ tarafından satın alınıp, 30/06/2006 tarihi itibari ile iltihak sureti ile birleştiğini ve 05/07/2006 tarihinde de Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edildiğini, Türk Ticaret Kanunu 451. maddesi gereğince itiraz dilekçesi verildiğini, 30/10/2006 tarihi itibariyle de Tansaş AŞ’nin unvan ve işletme kaydının sicilden silindiğini, bu birleşmenin Türk Ticaret Kanunu’nun 451. maddesinden kaynaklanan yasal düzenlemenin sonucu olduğunu, bu nedenle Tansaş AŞ’nin taraf ehliyeti olmayıp, aleyhine takip yapılamayacağını, husumet düşmemekle takibin Migros AŞ’ne karşı da devam ettirilemeyeceğini, ifadeyle davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; “07/10/1994 tarihli su abone sözleşmesinde abonenin Tansaş olduğu çekişmesizdir. Takip tarihi 14/05/2007 dir. Tansaş İç ve Dış Tic. AŞ’nin 30/06/2006 tarihi itibariyle Migros Türk AŞ ile birleştiği, Türkiye Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edildiği görüldüğüne göre, takip tarihinde Tansaş İç ve Dış Ticaret AŞ ‘nin Türk Ticaret Kanunu 451 ve 452 maddelerine göre tüzel kişiliği sona ermiştir. Bu tarihte Tansaş AŞ taraf ehliyetine sahip olmadığından aleyhine icra takibi yapılamaz. İltihak edilen şirket Migros Türk AŞ yönünden icra takibinin devamı mümkün değildir.” gerekçesi ile davanın husumet nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Davacı tarafın temyizi üzerine karar, Özel Dairece, yukarıya başlık bölümüne aynen alınan nedenlerle, davalının ödeme emrini tebellüğ ederek itirazda bulunmuş olmasına göre dava ekonomisi gereğince davaya devam edilmesi ve işin esası hakkında karar verilmesi gerektiğine işaretle, bozulmuştur.
Mahkeme, önceki gerekçelerini tekrar yanında “…Borçlu Tansaş AŞ ticaret sicilden silinmekle, varlığı ortadan kalkmıştır. Nasıl ölü kişi aleyhine takip yapılamaz, dava açılamazsa ticari şirkette de aynı hüküm uygulanmalıdır. Borçlunun taraf ehliyeti yoktur. Davalı Migros AŞ de husumet itirazında bulunmuş, taraf olmayı kabul etmemiştir.” gerekçesiyle önceki kararında direnmiştir.
Yerel mahkeme ile Özel Daire arasında takip borçlusu Tansaş’ın takip tarihinden önce tüzel kişiliğinin sona erdiği konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Direnme yolu ile Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; tüzel kişiliği sona eren şirket hakkında yapılan takibe itiraz eden ve hakkında takip bulunmayan devralan şirketin itirazının iptali istemiyle açılan davada, bu şirkete husumet yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle uyuşmazlığın çözümüne etkili hukuki müesseselerin açıklanmasında yarar vardır:
6762 sayılı Türk Ticaret Kanunu(TTK)’nun 146. maddesinde şirketlerin birleşmesi düzenlenmiştir. Söz konusu maddede Birleşme; “İki veya daha fazla ticaret şirketinin birbirleriyle birleşerek yeni bir ticaret şirketi kurmalarından veya bir yahut daha fazla ticaret şirketinin mevcut diğer bir ticaret şirketine iltihak etmesinden ibarettir” şeklinde tarif edilmiştir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında ise çeşitli ticaret şirketlerine ait özel hükümler saklı kalmak şartıyla birleşme hakkında devamı maddelerdeki hükümlerin uygulanacağı belirtilmiştir.
Bu maddeler içerisinde yer alan TTK’nun 151. maddesinde de “Külli Halefiyet” başlığı altında, ortadan kalkan şirketlerin hak ve borçları ile ilgili düzenleme yapılmış; birleşme muamelesi kesinleştikten sonra kalan yahut yeni kurulan şirketin ortadan kalkan şirketlerin yerine geçeceği, bunların bütün hak ve borçlarının kalan veya yeni kurulan şirkete intikal edeceği, düzenleme altına alınmıştır
818 sayılı Borçlar Kanunu(BK)’nun 180. maddede ise “bir işletmenin diğeriyle birleşmesi ve şeklini değiştirmesi” başlığı altında, bir işletme diğer bir işletme ile aktif veya pasiflerinin karşılıklı olarak devralınması suretiyle birleştirilirse, her iki işletmenin alacaklıları bir mamelekin devralınmasından doğan hakları haiz olup bütün alacaklarını yeni işletmeden alabilecekleri hüküm altına alınmıştır.
TTK’nun 146/2. maddesinde çeşitli ticaret şirketlerine ait hususi hükümler mahfuz bırakıldığına göre dava ile ilgili şirketlerin anonim şirket olması nedeniyle, anonim şirketlere ait hükümlerin de dikkate alınması gereklidir.
Anonim şirketin kanunda yada ana sözleşmesinde yer alan nedenlerin ortaya çıkması ile kendiliğinden son bulması infisah olarak adlandırılırken, fesih ise kanunda ve ana sözleşmede yer alan nedenlerin ortaya çıkması durumunda ilgililerin isteğiyle sona ermenin bir kararla meydana gelmesidir
Anonim şirketlerin infisah ve tasfiyesinin düzenlendiği 7 kısım (C) başlığında “tasfiyesiz infisah” halleri düzenlenmiş, birleşme ve bir amme hükmü şahsiyeti tarafından devralınma hallerinin tasfiyesiz infisah hallerinden olduğu belirlendikten sonra; birleşme çeşitleri olarak da devralınma, yeni şirket kurulması ve sermayesi paylara bölünmüş bir komandit şirket tarafından devralınma halleri olarak belirlenmiştir.
Anonim şirketler ile ilgili düzenlemelerin yapıldığı kısımda halefiyet ile ilgili herhangi bir düzenlenme bulunmadığı için, genel hükümlerde yer alan halefiyet ile ilgili TTK’nun 151. maddesinin dikkat alınması gereklidir
Birleşme ve halefiyete ilişkin bu açıklamalar yanında, uyuşmazlığın çözümünde dikkate alınması gereken “taraf ehliyeti” ve “taraf sıfatı” kavramları üzerinde de durulmalıdır.
Taraf ehliyeti, davada taraf olabilme yeteneğidir. Taraf ehliyeti Medeni Hukuk’taki medeni haklardan istifade (hak) ehliyetinin Medeni Usul Hukuku’nda büründüğü şekildir. Kimlerin taraf ehliyetine sahip bulundukları Medeni Kanun’a göre belirlenir (HUMK m. 38, TMK m. 8 ve m. 48). Buna göre, medeni haklardan istifade (hak) ehliyeti bulunan her gerçek (TMK m. 8) ve tüzel (TMK m. 48) kişi, davada taraf olabilme ehliyetine de sahiptir.
Taraf sıfatına gelince: Bir hakkı dava etme yetkisi (dava hakkı) kural olarak o hakkın sahibine aittir. Bir hakkın sahibinin (davacının) veya o hakka uymakla yükümlü olan borçlunun (davalının); bir başka deyişle o davada davacı ve davalı sıfatının kime ait olacağı tamamen maddi hukuk kurallarına göre belirlenir. Ancak, bir davanın taraflarının, o dava yönünden davacı veya davalı sıfatına sahip bulunmadığının belirlenmesi halinde, mahkeme dava konusu hakkın mevcut olup olmadığını inceleyemeyeceği ve sıfat yokluğundan davanın reddine karar vermek zorunda olduğu için, taraf sıfatı usul hukukunun da düzenleme alanındadır.
Eş söyleyişle, sıfat, dava konusu sübjektif hak (dava hakkı) ile taraflar arasındaki ilişkidir. Taraf ehliyeti, dava ehliyeti ve davayı takip yetkisi, davanın taraflarının kişilikleriyle ilgili olduğu halde; taraf sıfatı dava konusu sübjektif hakka ilişkindir (Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: Medeni Usul Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara 1995, 7. baskı, s.231).
O halde, dava konusu şey üzerinde kim veya kimler hak sahibi ise, dava da bu hakka uymakla yükümlü olan kişilere karşı açılması gereklidir. Bir kimsenin davacı veya davalı sıfatına sahip olup olmadığı tıpkı hakkın mevcut olup olmadığının tayininde olduğu gibi maddi hukuka göre belirlenir(Kuru, Baki-Arslan, Ramazan-Yılmaz, Ejder: a.g.e., s.231-232; Üstündağ, Saim: Medeni Yargılama Hukuku, Alfa Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1997, s.307).
Mahkemenin taraflar arasında dava konusu hakkın esası hakkında bir karar verebilmesi için, bu kişilerin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatlarına sahip olmaları gerekir. Bir davada taraf olarak gösterilen kişiler, taraf ve dava ehliyetine ve davayı takip yetkisine sahip olsalar bile, taraflardan birinin o davada gerçekten davacı ve davalı sıfatı yoksa, davanın esası hakkında bir karar verilemez; dava, sıfat yokluğundan (husumetten) reddedilir.
Görüldüğü üzere, taraf sıfatı usul hukuku sorunu olmayıp, dava konusu sübjektif hakkın özüne ilişkin bir maddi hukuk sorunu olduğundan; taraf sıfatının yokluğu, davada taraf olarak gözüken kişiler arasında dava konusu hakkın doğumuna engel teşkil etmekle def’i değil, yargılamanın her aşamasında taraflarca ileri sürülmesi mümkün ve mahkemece de kendiliğinden nazara alınması zorunlu bir itiraz niteliğindedir.
Nitekim aynı ilkeler, Hukuk Genel Kurulu’nun 23.06.2004 gün ve 2004/4-371 E. 2004/375 K.; 18.04.2007 gün ve 2007/5-233 E., 2007/221 K.; 04.03.2009 gün ve 2009/10-34 E. 2009/104 K.; 04.11.2009 gün ve 2009/2-402 E., 2009/484 K. sayılı kararlarında da benimsenmiştir.
Tüzel kişilerin de gerçek kişiler gibi taraf ehliyetinin bulunduğu tartışmasızdır. Taraf olan tüzel kişinin taraf sıfatının bulunup bulunmadığının resen araştırılması da gereklidir. Tüzel kişiliğin son ermesi ile taraf ehliyetinin de sona ereceği açıktır.
Tüzel kişiliğin son bulmasından sonra, tüzel kişi aleyhine dava açılamayacağı ve icra takibi yapılamayacağından, davanın ve takibin ancak TTK’nun 151. maddesince külli halef olan şirkete karşı yapılması gerekmektedir. Burada ölü kişi aleyhine dava açılması halinde ortaya çıkan hukuki durumun kıyasen uygulanması olanağı vardır. Nitekim, Türk Ticaret Kanunu uyarınca bir ticari işletme, ticaret sicilindeki kaydın terkini ile hukuki anlamda ortadan kalkar.
Bu durumda gerçek kişilerin davadan önce ölü olması hali ile kıyaslama yapılarak sonuca gitme imkanı vardır. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 28. maddesine göre gerçek kişilerin kişiliği ve medeni haklardan istifade ehliyeti ölümle sona ermektedir. Bu nedenle ölü birinin taraf ehliyetinin olmayacağı da açıktır. Nitekim, 4.5.1978 gün 4/5 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da; dava tarihinden önce ölmüş olan bir kişiye karşı dava açılmış olduğunun anlaşılması halinde ıslah yolu ile de olsa davada hasım değiştirilemeyeceği ve bu durumun kamu düzenini ilgilendirmesi nedeniyle re’sen gözetilerek dava şartı bulunmadığından davanın reddine karar verilmesi gerektiği ilkesi benimsenmiştir.
Davanın tarafı olan şirketin dava sırasında tüzel kişiliğinin sona ermesi halinde ise durum farklıdır. Bu halde taraf ehliyeti tüzel kişiliğin sona ermesi ile birlikte son bulacak, ancak, Türk Ticaret Kanunu 151. maddesi uyarınca, kanuni halef olan şirketin, tüzel kişiliği son bulan tüzel kişinin yerini alması ile yeni şirkete karşı davaya devam olunacaktır
Davanın bir tarafını teşkil eden bir ticaret şirketi başka bir şirket ile birleşirse yeni kurulan şirket (TTK m. 151), taraf ticaret şirketin nevi değiştirilirse yeni neve çevrilen şirket (TTK m. 152) veya taraf ticaret şirketi başka bir şirket tarafından devralınırsa devir alınan şirket, birleşme, nevi değiştirme veya devir ile tüzel kişiliği sona eren şirketin davadaki yerine alacaktır ve tüzel kişiliğin sona ermesinden sonra açılan davada veya icra takibinde devralan şirketi davalı veya borçlu olarak gösterilmesi gerekecektir. (Kuru: Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu, İstanbul 2001, Cilt 1, s.932).
Görüldüğü üzere, tüzel kişiliğin son bulması halinin davadan önce veya sonra oluşu birbirinden farklı sonuçlara bağlanmıştır.
Açıklanan bu ilkelerin takip hukuku açısından da geçerli olduğu kuşkusuzdur.
Somut olaya gelince:
İcra dosyası kapsamına göre: alacaklı İZSU Genel Müdürlüğü, borçlu Tansaş İzmir Büyükşehir Belediye İç ve Dış Ticaret AŞ aleyhine, 26.1.2007 ve 23.02.2007 tarihlerine ait iki adet ödenmemiş su faturası karşılığı toplam 2060.98 TL alacak için, 14.5.2007 tarihinde haciz yolu ile icra takibi başlatmıştır. Ödeme emri tebliği ise takipte taraf olmayan Migros Türk AŞ’ne yapılmıştır. Migros Türk AŞ süresi içinde husumete, yetkiye, esasa ve faize yönelik itirazlarını icra dosyasına bildirmiştir.
07 Ekim 1994 tarihli abonelik sözleşmesine göre abone Tansaş İzmir Büyükşehir Belediyesi İç ve Dış Ticaret AŞ dir. 21.05.2001 tarihinde unvan değişikliği yapılarak şirketin ismi Tansaş Perakende Mağazacılık ve Ticaret AŞ olmuştur. Tansaş Perakende Mağazacılık Ticaret AŞ, Migros Türk AŞ ile birleşerek 31.12.2005 tarihi itibariyle mevcut tüm aktif ve pasifi bir kül halinde Migros Türk AŞ tarafından devir alınmıştır. Böylece, TTK’nun açıklanan hükümleri uyarınca şirketler tasfiyesiz infisah yolu ile birleştirilmiş; bu hususun 30.10.2006 tarihinde sicile tescili yapılarak, Tansaş Perakende Mağazacılık Ticaret AŞ’nin unvan ve işletme kaydı sicilden silinmiştir.
Şu hale göre, Migros AŞ yukarıda izah edilen TTK’nun 151. maddesinde yer alan külli halefiyet hükümleri gereğince ortadan kalkan Tansaş AŞ’nin yerine geçip; Tansaş AŞ’nin bütün hak ve borçları Migros AŞ’ye intikal edeceğinden; Tansaş AŞ’nin borçlarından dolayı yapılacak takiplerin ve açılacak davaların da Tansaş AŞ’ye değil; Migros AŞ aleyhine yöneltilmesi gerekmektedir.
Ayrıca gerçek kişiler hakkında uygulanan ölü kişiler aleyhine dava açılmayacağı ve takip yapılamayacağı ilkesi kıyasen uygulandığında, takip tarihinde tüzel kişiliği sona eren (ölü) Tansaş aleyhine takip yapılması ve borçlu olarak gösterilmesi usulen mümkün olmadığından, Tansaş’ın icra takibinde öncelikle taraf ehliyeti bulunmamaktadır.
Alacaklı davacı, takip tarihi itibariyle tüzel kişiliği sona eren abonesi şirketin bütün hak ve borçları Migros AŞ’ye intikal ettiğinden, Migros AŞ aleyhine takip yapması gerekirken, takip tarihinde sicilden silinmiş, hukuken varlığı son bulmuş şirket aleyhine icra takibi başlatmıştır.
Usulsüz yapılan bu takipte, düzenlenen takip talebinde taraf olarak gösterilmemesine rağmen icra müdürlüğünce ödeme emrinin Migros AŞ’ye gönderilmesi ve Migros AŞ’nin de bu ödeme emrini alması, takibi geçerli hale getirmeyeceği gibi, Migros AŞ’nin borçlu olarak kabulüne ve takibin devamına da olanak sağlamaz.
Bunun yanında davacı alacaklı, icra takibi sırasında Tansaş AŞ’nin tüzel kişiliğinin son bulduğunu öğrenmesine rağmen takibini gerçek borçluya yöneltme konusunda da herhangi bir girişimde bulunmamış; eldeki itirazın iptali davasını açmıştır. Herkes hakkını doğru hasmı belirleyerek istemekle yükümlüdür.
Diğer taraftan, itirazın iptali davaları, takibe yapılan itiraz üzerine açılabildiğinden ancak takibin tarafları davada yer alabilirler. Usulen takibin tarafı olmayan ve o takip nedeniyle borçlu sıfatı da bulunmayanın itirazın iptali davasında taraf olarak yer alması, davanın ona yöneltilmesi olanaklı değildir.
Sonuç itibariyle; takip tarihinden önce tüzel kişiliği sona eren Tansaş aleyhine yapılan icra takibi usulsüz olup; hakkında takip bulunmadığı halde Migros AŞ’ye ödeme emrinin tebliğ edilmiş olması da takibe geçerlilik kazandırmayacağından bu şirketin takip borçlusu olduğunun kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Nitekim, ödeme emri tebliği üzerine Migros AŞ, kendisinin takipte taraf olmadığını, takibin ve ödeme emrinin usulsüzlüğünü dile getirerek takibe itiraz etmiştir.
Her ne kadar azınlıkta kalan görüşte; bu itiraz nedeniyle Migros AŞ’nin kendisini borçlu olarak kabul ettiği görüşü ileri sürülmüşse de böyle açık bir kabul olmadığı gibi gerek kendisine yapılan ödeme emri nedeniyle yapılmış olan itirazın içeriği gerekse açıklanan tüm olgular nazara alındığında Migros AŞ’nin takip borçlusu olarak kabulü mümkün değildir. Bu nedenle yapılan itirazın takip borçlusu sıfatıyla yapılmadığı açık olmakla takip borçlusu olmayan Migros AŞ’nin eldeki itirazın iptali konulu davada da taraf sıfatı bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle; yerel Mahkemenin, davayı husumet yokluğu nedeniyle reddetmiş olması usul ve yasaya uygun olup, direnme kararının onanması gerekir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli ilam harcı peşin alındığından başkaca harç alınmasına mahal olmadığına 22.12.2010 gününde yapılan ikinci görüşme sonucunda oyçokluğu ile karar verildi.