Esas :2008/2-36
Karar:2008/47
Tarih:30.01.2008
Taraflar arasındaki “nüfus kaydının düzeltilmesi” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Karaman Asliye Birinci Hukuk Mahkemesi)’nce davanın reddine dair verilen 23.02.2001 gün ve 1993/6 E. 2001/69 K. sayılı kararın incelenmesi davacılardan Şerife ve Yaşar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay İkinci Hukuk Dairesi’nin 11.07.2002 gün ve 2002/8270-9249 sayılı ilamıyla; (…1- Dava, iddiaya göre soybağının reddi değil, nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkindir. Davacı tescildeki imzanın kendisine ait olmadığını ileri sürmüş ve bu husus kanıtlanmıştır. Bu nedenle davanın süreden reddi yasal değildir.
2- Davacı davanın devamı sırasında öldüğünden dava oğlu Ramazan’ın da hukuki durumunu etkilemektedir. O halde, mahkemece Ramazanla ilgili iptal davasının kesinleşip kesinleşmediğinin araştırılması, iptal davası kesinleşmemişse, Ramazan’ın da davaya dahili varsa, onun da göstereceği delillerin toplanması, sonucuna göre karar verilmesi gerekir. Bu yön gözetilmeden eksik hasımla ve araştırma, inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması bozmayı gerektirmiştir…) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Cumhuriyet Savcısı
Hukuk Genel Kurulu’nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı Hasan Hüseyin vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı Zeynep ile hiçbir şekilde birlikteliği olmadığı halde, davalının kızı Mukaddes’in 3716 sayılı Af Yasası gereği sanki taraflar Nüfus Müdürlüğüne birlikte başvurmuşçasına müvekkilinin nüfusuna kayıt edildiğini sonradan öğrendiğini; ancak müvekkilinin davalı ile birlikte Nüfus Müdürlüğüne müracaat etmediği gibi, 25.12.1991 tarihli “Evlenme ve Nesep Düzeltme Bildirimi” belgesindeki imzanın müvekkiline ait olmadığını ileri sürerek, davalı tarafından müvekkilinin nüfusuna yaptırılan kaydın iptaline karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı Zeynep kendisine asaleten, Mukaddes’e velayeten ibraz ettiği cevap dilekçesinde; davacı ile 1983 yılında gayriresmi olarak birlikte yaşamaya başladıklarını, sırasıyla Konya’da üç ay, Karaman’da eski odun pazarı civarında bulunan H.Hüseyin adlı şahsın evini kiralayarak altı veya yedi ay, yine Karaman Larende Mahallesinde Mevlüt isimli şahsın evinde kiracı olarak karı koca gibi yaşadıklarını, bu sırada başkası ile evli bulunan davacı Hasan Hüseyin ile birlikteliklerinden Mukaddes’in doğduğunu ve daha sonra anlaşamayarak ayrıldıklarını; müşterek çocuk Mukaddes’in evlilik dışı doğmuş olması nedeniyle, doğumunu müteakip Nüfus Müdürlüğünce baba hanesine kayıt işlemlerinin yapılmadığını, Af Yasası çıktığı zaman da davacının Nüfus Müdürlüğüne bizzat başvurarak Mukaddes’i kendi nüfusuna yazdırdığını, bu itibarla kayıtlardaki imzanın davacıya ait olduğunu ve Mukaddes’in, davacının çocuğu olduğunun kan örneklerinin incelenmesi ile ortaya çıkacağını savunarak, davanın reddine karar verilmesini cevaben bildirmiştir.
Davalı Nüfus Müdürlüğü temsilcisi; davacının davasını ispat etmesi gerektiğini savunmuştur.
Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 01.12.1997 gün ve E: 1997/250 K: 1997/1051 sayılı kararıyla çocuğa kayyım tayin edilen Coşkun ise; davacı ile davalı Zeynep’in beş altı yıl karı-koca gibi birlikte yaşadıklarını ve Mukaddes’in bu birliktelikten dünyaya geldiğini savunarak, davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, davanın soybağının reddi niteliğinde kabulü suretiyle ve “çocuğun doğumunu öğrenme tarihinden itibaren bir aylık hak düşürücü süre geçirildikten sonra açılan davanın süre nedeniyle reddi gerektiği, ayrıca yargılama sırasında vefat eden davacının mezarının tespit edilememiş olması nedeniyle DNA testinin yapılamadığı ve bu itibarla ispat külfeti kendilerine düşen mirasçıların davasını ispat edemediğinin anlaşıldığı” gerekçesiyle, “Asıl davanın sübut bulmaması nedeni ile reddine, nesebin reddi niteliğindeki davanın DNA testi yapılmasına ilişkin lazımenin yerine getirilmemiş olması ve süre nedeniyle reddine” dair verilen karar, Özel Dairece yukarıda yazılı gerekçeyle bozulmuş, yerel mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Dosyadaki bilgi ve belgelere göre, 29.03.1965 tarihinde Şerife ile evlenen ve yargılama sırasında 03.11.1995 tarihinde vefat edinceye kadar evlilik birliği devam eden davacı Hasan Hüseyin’in nüfusta kayıtlı dört adet çocuğunun bulunduğu, resmi nikahlı eş Şerife’den olma Yaşar dışında, çocukları Ayşe ve Ramazan’ın anne adının Gülsüm olarak yazıldığı, davacı tarafından oğlu Ramazan aleyhine nüfus kaydının iptali istemiyle açılan diğer bir davada mahkemece davanın kabulüne dair verilen kararın henüz kesinleşmediği; dava konusu 23.12.1984 doğumlu Mukaddes’in ise, 25.12.1991 tarihli “Evlenme ve Nesep Düzeltme Bildirimi” ile, 3716 sayılı “Bir Evlenme Akdine Dayanmayan Birleşmelerin Evlilik ve Evlilik Dışında Doğan Çocukların Düzgün Nesepli Olarak Tesciline İlişkin Kanun”a göre davacı ile davalı Zeynep’in müşterek çocuğu olarak, davacının nüfus hanesine tescil edildiği anlaşılmaktadır. Esasen bu konuda yanlar arasında uyuşmazlık da bulunmamaktadır.
Yargılama sırasında; Adli Tıp Kurumu Başkanlığından alınan “Evlenme ve Nesep Düzeltme Bildirimi”ndeki imzanın davacı Hasan Hüseyin’e ait olmadığı belirtilmiş, davanın açılmasından sonra vefat eden davacı Hasan Hüseyin mirasçılarından, vekille temsil edilen Şerife ve Yaşar dışında diğer mirasçı Ayşe duruşmada hazır bulunarak davayı takip edeceği yönünde beyanda bulunmuş; muris tarafından aleyhinde başka bir kayıt iptali davası açılmış olan oğlu Ramazan ise, ilk karar tarihine kadar davaya dahil edilmediği gibi adres araştırması cihetine de gidilmemiştir.
Açıklanan maddi olgu, aşamalar, bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle uyuşmazlık; davanın, nesebin reddi mi yoksa nüfus kaydının düzeltilmesine mi ilişkin bulunduğu, buna bağlı olarak davanın süreden reddi kararının yasal olup olmadığı; bunun yanında, yargılama sırasında ölen davacı Hasan Hüseyin’in oğlu Ramazanla ilgili iptal davasının kesinleşip kesinleşmediğinin araştırılması ve sonucuna göre Ramazan’ın da davaya dahil edilerek göstereceği delillerin toplanmasının gerekip gerekmediği, noktalarında toplanmaktadır.
Bilindiği üzere nesep, birbirinin soyundan gelen kişiler arasındaki ilişkiyi ifade eder. Bu kavram içerisinde kan bağının yanında hukuki münasebetin de bulunması, diğer bir ifadeyle kan bağının hukuk düzeninin aradığı koşullar içerisinde oluşması zorunludur. Nesebi yaratan temel ilişki evlilik olmakla beraber, bundan ayrı evlilik dışında doğan çocukların nesepleri ana babanın sonradan birbirleriyle evlenmeleriyle (TKM. m. 247), şartlarının oluşması halinde hakim hükmüyle (TKM. m. 249), tanıma ile (TKM. m. 291), babalık davasıyla (TKM. m. 295) veya kısaca af kanunları olarak nitelendirilen “Bir evlenme akdine dayanmayan birleşmelerden doğan çocukların neseplerinin düzeltilmesine …” ilişkin kanunlar uyarınca düzeltilebilir.
Evliliğin devamı sırasında yada evliliğin sona ermesini izleyen üçyüz gün içinde doğan çocukların neseplerinin düzgün olduğu yolundaki “sahih nesep karinesi” yada “babalık karinesi” (TKM. m. 241) salt aksi ispat edilemeyen karinelerden değildir. Doğan çocuğun nesebini reddetmek isteyen koca, çocuğun kendisinden olmadığını dava ederek kanıtlayabilir (TKM. m. 242). Nesep karinesinin bu biçimde çürütülmesine öğretide ve uygulamada “nesebin (soybağının) reddi”, açılan davaya da “nesebin (soybağının) reddi davası” denilmektedir.
Yerel mahkeme, gerek bozulan ilk kararında ve gerekse direnme kararında, davanın nesebin reddi hükümlerine göre çözümlenmesi gerektiğini kabul etmiş; Özel Daire ise, davanın nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin olduğunu benimsemiştir.
Bu noktada, nesebin reddi ve nüfus kaydının düzeltilmesi davalarının yasal dayanakları ve mahiyetlerinin ortaya konulması gerekmektedir.
Dava konusu çocuğun doğum tarihinde yürürlükte bulunan 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi’nin “Nesebi red” başlığı altında düzenlenen 242. maddesi “Koca, doğduğuna muttali olduğu günden itibaren bir ay içinde çocuğu reddedebilir” hükmünü amirdir. Böylece koca, gerek evlilik içinde, gerekse evliliğin sona ermesinden itibaren üçyüz gün içinde doğan çocuğun kendisinden hasıl olmadığını ileri sürerek dava açmak hakkına sahip bulunmaktadır. Olayımızda, davacı ile davalı Zeynep arasında, hiçbir zaman evlenme akdi gerçekleşmemiştir.
Koca veya kanunun tayin ettiği diğer ilgililer tarafından açılacak olan bir “nesebi red” davasının şartları; çocuğun ana rahmine düşmesi, evliliğin devamı sırasında vuku bulmuşsa daha ağır (TKM. m. 243), çocuk ana rahmine evlilikten önce veya karı kocanın ayrılıkları sırasında düşmüşse daha hafiftir (TKM. m. 244/1).
Nesebi red davasında ispat yükü açısından çocuğun doğum anına önem atfederek özel düzenleme getiren kanun koyucu; nesebin reddi davasının açılabilmesini de koca ve mirasçıları yönünden, doğumu öğrenme tarihinden itibaren bir aylık hak düşürücü süre ile sınırlamıştır (TKM. m. 241/1).
Diğer yandan; kişisel durumlardaki değişikliklerin nüfus kaydında belirtilmesi ve doğru olmayan kayıtların düzeltilmesi ile “nüfus kayıtlarının düzeltilmesi” anlaşılır (Ergun Özsunay, Gerçek Kişilerin Hukuki Durumu, İstanbul 1982, s: 243).
“Kayıt düzeltilmesi”, aile kütüğüne düşürülmüş nüfus kaydının bir kısmının “düzeltilmesi” veya “değiştirilmesi”dir (Nüfus Yönetmeliği m. 143).
Ancak, Nüfus Kanunu’nun 47. maddesince yapılan tamamlamalarla kişisel durumlarda ortaya çıkan “değişiklikler” için mahkeme kararına gerek bulunmamaktadır (TKM. m. 40, Nüfus Kanunu m. 48). Buna karşılık nüfus kütüklerindeki “doğru olmayan kayıtların” düzeltilmesi için mahkemeden karar alınması zorunludur (TKM. m. 38, Nüfus Kanunu m. 11).
İşte bu noktada, nüfus kütüğünde yer alan “doğru olmayan kayıtlar”, ilgilileri veya Cumhuriyet Savcısı tarafından açılacak olan “kayıt düzeltme davası” ile gerçek durumuna uygun hale getirilebilir ki, bu dava uygulamada “nüfus kaydının düzeltilmesi davası” olarak adlandırılmaktadır.
Nüfus Kanunu’nun 46. maddesinde “yaş, ad, soyadı ve diğer kayıt düzeltme davaları…” ibaresi yer aldığından, herhangi bir sınırlama olmaksızın nüfus kütüğünde mevcut her kaydın düzeltilmesinin istenebileceği kuşkusuzdur.
Önemle vurgulanmalıdır ki; zamanaşımı ve hak düşürücü süreye bağlı olmayan nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davalarda, her türlü kanıta başvurulabilir (YHGK. 11.02.1998, 2-87/77).
Şu durumda; nüfus kaydının düzeltilmesine ilişkin davada resmi kayıt ve belgelere başvurulabileceği gibi, tanık da dinlenebilecektir (Özsunay, age., s: 244; Bilge Öztan, Şahsın Hukuku Hakiki Şahıslar, Ankara 1997, s: 210).
Görüldüğü üzere; nesebin reddi davası ile kayıt düzeltme davası, sonuçları (hane dışına çıkarmak) bakımından benzerlik göstermekte ise de, içerik ve yargılama kuralları açısından kendi özel hükümlerine bağlıdır.
Nesebin reddinde, kişisel duruma ilişkin nüfus kaydında yer alan bilgi “doğru” olarak doğmuş ve kütüğe tescil edilmiştir. Ancak bu doğru daha sonra “nesebin reddi davası” ile teknik anlamda bir yanlışlığa dönüştürülmüştür. Nüfus kaydının düzeltilmesi davasında ise, nüfus kaydının “gerçek durumu” yansıtmadığı, baştan yanlış olarak kütüğe geçirildiğinden söz edilmesi gereklidir.
Somut olayda olduğu gibi, nesebin düzeltilmesinin babanın başvurusu olmadan sahte belgelerle yapıldığının ileri sürülmesi durumunda, ancak bir “nüfus kaydının düzeltilmesi davasından” söz edilebileceği kuşkusuzdur.
Gerçekten, davalı anne Zeynep ile davacı arasında hiçbir zaman evlenme akdi gerçekleşmemiş, davalı Mukaddes evlilik dışında doğmuştur. Bu arada çıkan 3716 sayılı Bir Evlenme Akdine Dayanmayan Birleşmelerin Evlilik ve Evlilik Dışında Doğan Çocukların Düzgün Nesepli Olarak Tesciline İlişkin Kanun, davalının nesebinin düzeltilmesine olanak tanımış; anılan Kanuna göre “Evlenme ve Nesep Düzeltme Bildirimi” belgesi dayanak alınarak davacının kütüğüne tescil edilmiştir.
Davacı Hasan Hüseyin, kendi başvurusu ve imzası bulunmayan belgeye dayalı olarak nesep düzeltilmesinin yapıldığını iddia ederek, nüfus kayıtlarından Mukaddesin çıkarılmasını ve nüfus kaydının gerçeğe uygun şekilde düzeltilmesini talep ettiğine göre; dava nesebin reddi değil, nüfus kaydının düzeltilmesi davası niteliğindedir.
Böylece, davacının nüfus kütüğündeki kaydın ve tescile esas dayanak belgenin gerçeğe uygun olmadığına ilişkin iddiası ve davalının aksi yöndeki savunmasının, hak düşürücü süreye bağlı olmaksızın, az yukarıda açıklandığı gibi her türlü delille ispatlanması mümkündür.
Yargılama sırasında alınan raporda, tescile esas dayanak belgede yer alan imzanın davacının eli ürünü olmadığı ifade edilmiş; belge tanıkları ise, davacının da başvuruda bulunması sonucu çocuğun nesebinin düzeltilmesine ilişkin belgenin düzenlendiği yönünde beyanda bulunmuşlardır. Davalı Zeynep, davacı ile karı koca gibi birlikte yaşadıklarını savunduğuna göre, onun da göstereceği delillerin toplanmamış ve belge tanıklarının beyanları ile yetinilmiş olması hakkaniyete uygun değildir.
Şu da eklenmelidir ki; nüfus kaydının düzeltilmesi davası sonucu, davadan sonra vefat eden Hasan Hüseyin mirasçılarının, mirasçılık durumu değişeceğinden, mecburi dava arkadaşı olan tüm mirasçıların davaya katılımının sağlanması; eş söyleyişle kayda göre davacının mirasçısı durumunda görünen oğlu Ramazan aleyhine açtığı diğer kayıt iptali davasının kesinleşip kesinleşmediği araştırılarak, sonucuna göre davaya dahil edilmesi ve göstereceği delillerin toplanması gerektiği açıktır.
Hal böyle olunca; nüfus kaydının düzeltilmesi davası, niteliği itibariyle davacının oğlu Ramazan’ın hukukunu da etkilediğinden mahkemece; davacının oğlu Ramazan’la ilgili iptal davasının kesinleşip kesinleşmediğinin araştırılması, iptal davası kesinleşmemişse Ramazan’ın da davaya dahili sağlanarak göstereceği delillerin toplanması; davalı Zeynep’in savunmasında bildirdiği davacı ile karı koca gibi birlikte yaşadıklarını bilmesi mümkün, Konya ve Karaman’da ev kiralayan H.Hüseyin ve Mevlüt yada onların mirasçılarının dinlenmesi, bu nitelikteki davalarda bilim ve tekniğin tüm imkanlarından yararlanılması gerektiği de gözetilerek, resmi kayıtlarda baba olarak görülen davacı Hasan Hüseyin ile davalı anne Zeynep’in ve davalı çocuk Mukaddes’in DNA testlerinin yapılması ve bütün deliller birlikte değerlendirilerek sonucuna göre karar verilmesi gerekirken; davanın nesebin reddi niteliğinde bulunduğuna dair yanılgılı değerlendirme ile ayrıca eksik hasım ve eksik inceleme sonucu davanın reddine dair önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Cumhuriyet Savcısının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), 30.01.2008 gününde oyçokluğu ile karar verildi.