T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E. 2005/12641
K. 2005/12058
T. 21.11.2005
• İŞTİRAK VE YOKSULLUK NAFAKALARI ( Hakim Nafaka Alacaklısının İhtiyaçları İle Nafaka Yükümlüsünün Gelir Durumu Arasında Bir Oranlama Yaparak İlk Nafaka Takdirinde Taraflar Arasında Sağlanan Dengeyi Koruyacak Bir Karar Vermesi Gereği )
• NAFAKANIN ARTTIRILMASI TALEBİ ( Nafaka Alacaklısının İhtiyaçları İle Nafaka Yükümlüsünün Gelir Durumu Arasında Bir Oranlama Yaparak İlk Nafaka Takdirinde Taraflar Arasında Sağlanan Dengeyi Koruyacak Bir Karar Vermesi Gereği )
• NAFAKA TAKDİRİ ( Hakim Nafaka Alacaklısının İhtiyaçları İle Nafaka Yükümlüsünün Gelir Durumu Arasında Bir Oranlama Yaparak İlk Nafaka Takdirinde Taraflar Arasında Sağlanan Dengeyi Koruyacak Bir Karar Vermesi Gereği )
4721/m.176
ÖZET : Hakim, nafaka alacaklısının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsünün gelir durumu arasında bir oranlama yaparak ilk nafaka takdirinde taraflar arasında sağlanan dengeyi koruyacak bir karar vermelidir. Ayrıca, her dava açıldığı tarihteki koşullara tabi olup, dava tarihinden sonraki bir olayın davalı tarafça ileri sürülmediği halde karara dayanak yapılmış olması da doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
DAVA : Taraflar arasında görülen nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
KARAR : Davada; önceki iştirak ve yoksulluk nafakalarının yetersiz kaldığı ileri sürülerek artırılması istenilmiş, mahkemece iştirak nafakası yönünden istemin kısmen kabulüne, yoksulluk nafakası yönünden ise reddine karar verilmiş, hüküm davacı vekilince yoksulluk nafakası istemine ilişkin olarak temyiz edilmiştir.
TMK’nun 176/4. maddesinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen nafakanın tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde artırılıp azaltılabileceği kabul edilmiştir.
Somut olayda davacı, 16.7.2001 tarihinden itibaren 150.000.000 lira olarak hükmedilen nafakanın artırılmasını istemiş, dava tarihine kadar aradan yaklaşık 3,5 yıl geçmiştir.
Davacıya ait olduğu ve satarak yoksulluktan kurtulduğu ileri sürülen taşınmazların alım-satım işlemlerinin ise boşanma kararından önce gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
Öte yandan, Hukuk Genel Kurulunun yerleşik kararlarında “asgari ücret düzeyinde gelire sahip olunması” yoksulluğu ortadan kaldırıcı bir olgu olarak kabul edilmemiştir. ( HGK 7.10.1998 gün 2-656 E., 688 K, 26.12.2001 gün 2-1158 E, 1185 K. Ve 1.5.2002 gün ve 2-937 E., 339 K. sayılı kararları gibi ).
O halde, 3,5 yıl önceki tarih itibariyle kararlaştırılan yoksulluk nafakasının paranın alım gücünü yitirmesi ve bu süre içerisinde davacının ihtiyaçlarının doğal olarak artması sonucunda en azından değerinin düştüğü bir gerçektir.
Hakim, nafaka alacaklısının ihtiyaçları ile nafaka yükümlüsünün gelir durumu arasında bir oranlama yaparak ilk nafaka takdirinde taraflar arasında sağlanan dengeyi koruyacak bir karar vermelidir.
Ayrıca, her dava açıldığı tarihteki koşullara tabi olup, dava tarihinden sonraki bir olayın davalı tarafça ileri sürülmediği halde karara dayanak yapılmış olması da doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir.
SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK’nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 21.11.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
T.C.
YARGITAY
3. HUKUK DAİRESİ
E. 2004/8288
K. 2004/9460
T. 21.9.2004
• İŞTİRAK NAFAKASININ ARTTIRILMASI TALEBİ ( Davanın Açıldığı Güne Kadar Geçen Yaklaşık Bir Yıl İçinde Tarafların Sosyal ve Ekonomik Durumlarında Değişme Olduğu )
• TARAFLARIN SOSYAL VE EKONOMİK DURUMU ( Davanın Açıldığı Güne Kadar Geçen Yaklaşık Bir Yıl İçinde Değişme Olduğu – Aksinin Düşünülmesi Hayatın Olağan Tecrübelerine Aykırı Olduğu )
• DAVA AÇMA SÜRESİ ( İştirak Nafakasının Arttırılması Talebinde Yasada Nafakanın Yeniden Belirlenebilmesi İçin Kesin Bir Zaman Diliminin Geçmesi Aranmadığı )
ÖZET : Dava iştirak nafakasının arttırılması talebidir. Yasada nafakanın yeniden belirlenebilmesi için kesin bir zaman diliminin geçmesi aranmamıştır. Ayrıca her davanın açıldığı günki koşullarda değerlendirilmesi esastır.
Somut olayda artırılması istenen önceki nafaka 19.2.2003 tarihindeki şartlara göre takdir edilmiş olup, işbu davanın açıldığı 2.3.2004 gününe kadar geçen yaklaşık bir yıl içinde tarafların sosyal ve ekonomik durumlarında değişme olduğu açıktır. Bunun aksinin düşünülmesi hayatın olağan tecrübelerine aykırı olup kabulü imkansızdır.
DAVA : Taraflar arasında görülen nafaka davasının yapılan muhakemesi sonunda mahalli mahkemece verilen hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Temyiz isteminin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü:
KARAR : Davada, önceki iştirak nafakasının yetersiz kaldığı belirtilerek artırılması istenilmiş; mahkemece, artırılması istenen nafaka karar tarihinden bu dava tarihine kadar bir yıl geçmediği gerekçesi ile talebin reddine karar verilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.
Ancak, TMK.nun 331. maddesine göre: “Durumun değişmesi halinde hakim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler.” aynı şekilde 176. maddesi uyarınca, irat biçiminde ödenmesine karar verilen nafaka; tarafların mali durumlarının değişmesi veya hakkaniyetin gerektirdiği hallerde artırılıp azaltılabilir.
Yasada nafakanın yeniden belirlenebilmesi için kesin bir zaman diliminin geçmesi aranmamıştır. Ayrıca her davanın açıldığı günki koşullarda değerlendirilmesi esastır.
Somut olayda artırılması istenen önceki nafaka 19.2.2003 tarihindeki şartlara göre takdir edilmiş olup, işbu davanın açıldığı 2.3.2004 gününe kadar geçen yaklaşık bir yıl içinde tarafların sosyal ve ekonomik durumlarında değişme olduğu açıktır. Bunun aksinin düşünülmesi hayatın olağan tecrübelerine aykırı olup kabulü imkansızdır.
Kaldı ki bu süre içinde çocuğun yaşı ve eğitim düzeyine göre ihtiyaçları da doğal olarak artmıştır. Böylece TMK.nun 4. maddesinde vurgulanan “hakkaniyet” ilkesine ve 176-330. maddesine göre ihtiyaca uygun bir miktar nafakaya hükmedilmesi gerekirken istemin tümüyle reddi doğru görülmemiştir.
SONUÇ : Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA ve peşin alınan temyiz harcının istek halinde temyiz edene iadesine, 21.9.2004 tarihinde oybirliğiyle karar verildi. yarx
T.C.
YARGITAY
Hukuk Genel Kurulu
E:2005/3-169
K:2005/235
T:06.04.2005
TEMYİZ SINIRI
Nafaka davaları yönünden temyiz edilebilirlik sınırının belirlenmesinde yıllık nafaka tutarı esas alınmalıdır.
1086 s. HUMK. m. 427
Taraflar arasındaki “iştirak nafakası” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Ankara Dördüncü Aile Mahkemesi)nce davanın kısmen kabulüne dair verilen 13.11.2003 gün ve 2003/744-603 sayılı kararın incelenmesi davalı tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Üçüncü Hukuk Dairesinin 29.3.2004 gün ve 2004/2461-2901 sayılı ilamı ile;
(…Davada, anlaşmalı boşanma ile hükmedilen aylık 100.000.000 lira iştirak nafakasının 400.000.000 liraya yükseltilmesi istenilmiş; mahkemece istemin kısmen kabulü ile aylık 300.000.000 lira iştirak nafakasına karar verilmiştir.
Ancak, tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine ve özellikle küçüğün yaş, eğitim düzeyi ile davalının gelirindeki artışa göre yaklaşık bir yıl önce hükmedilen nafakada, yapılan iyileştirme miktarı fazla olup, TMK.nun 4. maddesinde vurgulanan “hakkaniyet” ilkesine uygun bulunmamıştır.
Ayrıca, davacı kendisini vekille temsil ettirmediği halde lehine ücreti vekalete hükmedilmesi de usul ve yasaya aykırı görülmüştür…)
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davalı
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, katılım (iştirak) nafakası istemine ilişkindir.
A- DAVACININ İSTEMİNİN ÖZETİ: Davacı, davalı ile 14.5.2002 tarihinde boşandıklarını müşterek çocukları Ebru’nun velayetinin kendisine verildiğini, öğretmen olduğunu, boşanma ilamı ile birlikte Ebru için aylık 100.000.000 TL. katılım (iştirak) nafakasına 23.03.2002 tarihi itibarı ile hük-medildiğini, ancak çocuğun okula başladığını, astım hastası olduğunu, hükmedilen nafakanın ve kendisinin gelirinin ihtiyaçlarını karşılamaya yetmediğini ileri sürerek, aylık nafakanın 400.000.000 TL.ye çıkarılmasını istemiştir.
B- DAVALININ CEVABININ ÖZETİ: Davalı mühendis olduğunu, aylık 1.250.577.099 TL. net maaş aldığını, oturduğu ev için aylık 190.000.000 TL. kira ödediğini ileri sürerek, daha önce Ebru için hükmedilen 100.000.000 TL. katılım (iştirak) nafakasının yeterli olduğunu savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
C- YEREL MAHKEME KARARININ ÖZETİ: Yerel mahkemece, davalının davacıdan boşandıktan sonra başka birisi ile resmen evlenmediği, küçük
Ebru’nun ilkokul 1. sınıf öğrencisi olduğu, günümüz koşulları ve ortak çocuğun paraya olan gereksinimi göz önüne alındığında aylık 300.000.000 TL. nafakanın yeterli olacağı sonucuna varılarak, daha önce hükmedilen aylık 100.000.000 TL katılım nafakasının 300.000.000 TL.ye çıkarılarak bu şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.
D- TEMYİZ EVRESİ, BOZMA VE DİRENME: Davalı vekilinin temyizi üzerine Özel Dairece; “Tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumlarına, nafakanın niteliğine ve özellikle küçüğün yaş, eğitim düzeyi ile davalının gelirindeki artışa göre, yaklaşık bir yıl önce hükmedilen nafakada yapılan iyileştirme miktarı fazla olup, TMK.nun 4. maddesinde vurgulanan “hakkaniyet” ilkesine uygun bulunmadığı” gerekçesiyle yerel mahkeme kararı bozulmuş, Yerel Mahkeme; “çocuğun eğitimi, bakımı ve korunması ile ilgili gelişen ihtiyaçları göz önüne alındığında hükmedilen nafakanın yeterli olacağı” görüşüyle ilk hükümde direnmiştir.
E- UYUŞMAZLIK: Tarafların ortak çocukları Ebru için hükmedilen iştirak nafakasının Türk Medeni Kanunu’nun 4. maddesinde yer alan “hakkaniyet” kuralına uygun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
F- GEREKÇE: a- Temyiz edilebilirliğe ilişkin ön sorunun incelenip değerlendirilmesi; dosyada daha önce hükmedilen 100.000.000 TL. katılım nafakasının 400.000.000 TL.ye cıkarılması istenmiş, mahkemece aylık 300.000.000 TL.ye hükmedilmiş olması ve kararı davalının temyiz etmesi karşısında, dosyanın kesinlik (temyiz edilebilirlik) sınırı altında kalıp kalmadığı, buradan giderek nafaka davalarında temyiz edilebilirlik (kesinlik) sınırı belirlenirken aylık nafaka miktarının mı, yoksa yıllık nafaka miktarınının mı esas alınması gerektiği hususunun ön sorun olarak incelenmesi gerekli görülmüştür.
Kural olarak, mahkemelerden verilen son (nihai) kararlara karşı temyiz yoluna başvurulabilir. Bununla birlikte kanun koyucu belirli düşüncelerle miktar ve değeri belirli bir miktarın altında kalan taşınır mal ve alacak davalarına ilişkin son kararların kesin olduğunu, dolayısıyla temyizinin olanaklı bulunmadığını hükme bağlamıştır (HUMK.nun m. 427).
Bir kararın temyizinin olanaklı olup olmadığı, diğer bir soyleyişle, kesinlik sınırı belirlenirken yalnız dava konusu (müddeabih) menkul ya da alacağın değeri esas alınır. Faiz, İcra (inkar) tazminatı ve giderler hesaba katılmaz (YHGK. 13.1.1988 gün, 1988/13-586 E. ve 25 K. sy. ilamı).
Bilindiği gibi, 14.7.2004 tarih ve 5219 sayılı “Çeşitli Kanunlarda Degişiklik Yapılmasına Dair Kanun” 21.7.2004 gun ve 25529 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanmıs olup, bu tarih itibarı ile temyiz edilebilirlik (kesinlık) sınırı 1.000.000.000 TL. (1.000 YTL) olarak belirlenmiştir.
Öte yandan, 5219 sayılı Kanun’un Genel Gerekçesinde yer alan “…Kararların kesinlik sınırının çok düşük olması, davaların gereksiz yere uzamasına ve Yargıtay’ın iş yükünün artmasına neden olmaktadır” şeklindeki ifade de, Kanun koyucunun, günümüz ekonomik koşullarını ve paranın satın alma gücünü gözeterek miktar ve değeri belirli bir sınırın altında kalan uyuşmazlıklar hakkında yerel mahkemelerce verilen hükümleri Yargıtay denetimi dışında tutmayı amaçladığını göstermektedir.
Bu aşamada nafaka davalarında temyiz edilebilirlik (kesinlik) sınırının saptanmasında aylık nafaka miktarının mı; yoksa yıllık nafaka miktarının mı esas alınması gerektiği sorunu gündeme gelmiş, bu yönün Hukuk Usulü Muhakemesi Kanunu ve diğer paralel düzenlemelerin genel yapısı, ruhu ve öngördüğü yargılama ilkeleri çerçevesinde, 5219 sayılı Kanun ve gerekçesi de dikkate alınarak, yargısal içtihatlarla açıklığa kavuşturulması gerektiği düşüncesi, Hukuk Genel Kurulu’ndaki ön sorunla ilgili görüşmeler sırasında benimsenmiştir.
Hukuk Genel Kurulu’nda ön sorun bakımından yapılan görüşmeler sırasında azınlıkta kalan bir kısım üyeler, kesinlik, (temyiz edilebilirlik) sınırının belirlenmesinde aylık nafakanın esas alınması gerektiği konusunda Yargıtay Daireleri arasında bir uygulama birliği olduğu bundan ayrılmayı gerektirecek makul bir nedenin bulunmadığı yönünde görüş bildirmişlerdir.
Buna karşılık, çoğunlukça bu görüş benimsenmeyerek şu sonuca varılmıştır;
Temyiz edilebilirlik (kesinlik) sınırı belirlenirken hüküm altına alınan nafakanın aylık veya yıllık tutarının dikkate alınması gerektiği yönünde açık bir hüküm bulunmamaktadır. Sorunun çözümünde nafaka davalarında davanın değerinin (müddeabihin) ne olduğunun saptanması önem arz eder. Bir davada müddeabihin bir tek değeri olur, bu tek değer mahkemenin görevli olup olmadığı, mahkemenin kararının temyiz edilip edilemeyeceği, temyiz incelemesinin duruşmalı yapılıp yapılamayacağı, temyiz sonucunda verilecek Yargıtay kararına karşı karar düzeltme yoluna gidilip gidilemeyeceği, harç hesaplanması ve vekalet ücreti takdir edilirken ölçüt olarak alınır (Prof. Dr. Baki Kuru Hukuk Muhakemeleri Usulü Altıncı Baskı 2001 Cilt 1 sayfa 179).
492 sayılı Harçlar Kanunu’nun, Harç Alma Ölçüleri kenar başlıklı 15. maddesine göre, “Yargı harçları (1) sayılı tarifede yazılı işlemlerden “deger” ölçüsüne göre nispi esas üzerinden alınır” denmiş, 1 sayılı Tarife’nin Karar ve ilam Harcı kenar başlıklı III. bolümünun, Nispı Harc baslıklı 1. bendinin Nafaka davalarında alınacak harcın düzenlendiği (d) fıkrasında; nafaka verilmesine dair hükümler de bir senelik nafaka bedeli üzerinden harç alınacağı ifade edilmiştir.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 168. maddesine dayalı olarak hazırlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin Nafaka, kira tespiti ve tahliye davalarında ücret kenar başlıklı 9. maddesinde; “Tahliye davalarında bir yıllık kira bedeli tutarı, kira tespiti ve nafaka davalarında tespit olunan kira bedeli farkının veya hükmolunan nafakanın bir yıllık tutarı üzerinden vekalet ücretinin hesaplanacağı” açıklanmıştır.
Nafaka ve nafakanın arttırılması davaları kanundan doğan bir alacağın tespiti ve tahsili davası niteliğindedir.
Yukarıda açıklandığı üzere nafaka davalarında gerek Harçlar Kanunundan, gerekse Avukatlık Kanunu ve buna dayalı olarak çıkarılan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi dava değerinin (müddeabihin) yıllık nafaka miktarı olduğunu açık bir biçimde ortaya koymuştur.
Mahkeme harcı ve vekalet ücret hesaplanırken ayrı bir dava değeri, temyiz edilebilirlik sınırı belirlenirken ayrı bir dava değeri belirlenmesinin yasal bir dayanağı bulunmadığına göre; temyiz edilebilirlik (kesinlik) sınırı yönünden de, nafakının yıllık tutarını esas almak gerekecektir.
Sonuç olarak, yukarıda açıklanan nedenlerle nafaka davaları yönünden temyiz edilebilirlik (kesinlik) sınırının belirlenmesinde yıllık nafaka tutarının esas alınması gerektiği benimsenmiştir.
Somut olayda, davacı daha önce hükmedilen aylık 100.000.000 TL nafakanın aylık 400.000.000 TL.ye çıkarılmasını istemiş, mahkeme aylık 300.000.000 TL. nafakaya hükmetmiş, kararı davalı temyiz etmiş olup, hükmedilen ve temyize konu olan nafakanın yıllık tutarı 1.200.000.000 TL. (1.200 YTL.) olması karşısında 20.10.2004 tarihli direnme kararının temyizi olanaklı bir karar olduğu sonucuna varılarak, işin esasının incelenmesine geçilmesine oyçokluğu ile karar verildi.
b- Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki tutanak ve kanıtlara, bozma kararında açıklanan nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulu’nca benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
Sonuç: Davalının temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarıda ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK. nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 6.4.2005 gününde oyçokluğu ile karar verildi.